Göz Hikayesi

2018 yılının Kasım ayında bir sabah sol gözümün önünde her yöne dans eden siyah desenlerle uyandım. İlk önce eğlenceli geldi, gözümü farklı noktalara çevirdikçe hızla oynaşıyordu parçacıklar bir bardak suyun içindeki mürekkep damlaları gibi. Çok geçmeden “manzara ilginç olsa da bu normal bir durum değil” deyip kardiyoloji doktorumdan randevu aldım. Ertesi gün hastanedeydim Uçuşan şeyleri hiç sevmedi doktor, hemen kan sulandırıcı ilaç yazdı. Cumartesi günü için de ( bunlar Perşembe günü oluyor) yıllardır bildiğim ve tedavisi devam eden aritmik kalbimi düzenlemek için ufak bir müdahale planladı. Siyah lekeler önemliydi ve beyin damarlarımda pıhtı olabileceği söylendi. Hayatın karışık olduğu ve önemli değişimlerin üst üste geldiği bir dönemden geçiyordum. Üniversite eğitimi için uzaklara giden ilk evlattan sonra evimizin babasını da yurt dışına gönderiyorduk. Hastabakıcılık, evlatlık, analık, danışmanlık görevleri ve diğerleri bir araya gelince beynimdeki damarlarda işler ters gidiyordu anlaşılan. Ertesi gün çarpıntı normale döndü ama gözdeki lekeler ve uçuşmalar artıyordu. İlk müdahale iptal edildi, doktor beni telefonla takibe aldı. İlk büyük krizi atlatmıştık sanki. Gözdeki uçuşan siyahlıklar da –belki psikolojik etki ile- bir artıyor bir azalıyordu. Cumartesi günü birbirinden bağımsız olarak sohbet için arayan iki arkadaşım da bu anlattıklarımı dinleyince “hemen bir göz doktoruna git, acile” dediler. İyi ki dediler de gittim. Çünkü kör oluyormuşum.  Retina dekolmanı (yırtılması)  teşhisiyle o pazartesi sabahı ameliyata alındım.

Süreç zorlu, şaşkınlık, sıkıntı ve ders dolu. Temel öğretileri sizlerle paylaşmak isterim.

Ameliyata girerken hiçbir şey düşünmedim, doktoruma tek bir soru da sormadım. Ne olacak, çıktığımda beni ne bekliyor… tam bir teslimiyet hali; her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, bir an önce ne gerekiyorsa yapılsın ve kurtulayım istiyordum. Ama konu tek ameliyatla kurtulunacak gibi değilmiş. Ameliyat sonrası günde 5 kez iki farklı damla. 3 hafta boyunca. Ya da daha uzun, tam hatırlamıyorum. Hatırladığım Öykü’nün elinde minik beyaz şişeler ile 2-3 saatte bir başıma dikildiği ve sabırla gözüme ilaç damlattığı. Bir süre sonra sıkılıp kaytarmaya çalışsam da elinde ilaçla peşimde dolandı, mutfağa kaçıp kapıyı sıkıca kapatıyordum ama sonuç yine teslimiyet. Üzerinde sürekli bir ilgi olan gözüm acıyordu artık, bana yaklaşan biri ya da bir şey olduğunda otomatikman kapanıyordu, söz geçiremiyordum. İlk ameliyatta gözüme silikon yağı koydular, 8-10 hafta sonra silikonu çıkarmak için yeniden operasyona gireceğimi söyledi sevgili Doktorum. Peki dedim yine. Peki, ama bitince ne olur bana gözümü geri verin.

(Yukarıda 3 ay birlikte yaşadığım minik, beyaz şişeleri görüyorsunuz)

Silikon yağı konulan sol gözüm artık ileri derecede hipermetroptu; 4.5-5 derece. Eski halindeki sağ gözüm ise hala 1.25 miyop. Bu dengesizlik öyle kötü bir his ki, tarifi zor. Bir göz yakını biraz görüyor öbürü hiçbir şey ve önünde sanki kocaman bir buz ya da cam parçası var. Kocaman bir engelin ardından bakıyorum dünyaya. Aslında bu son yazdığım cümle yaşamımızın tamamı için geçerli. Kendi deneyimlerimizden, bildiklerimizden, üstün karar ve seçimlerimizden öyle memnunuz ki, fark etmediğimiz bir cam buzulun içinden bakıyoruz çoğunlukla hayata. Çoğumuz bunu yaşamı boyunca fark etmiyor.

Kasım ve aralık evde tek gözümle yaşamayı deneyimleyerek geçti. Ziyarete gelen dostlar, hasta bakıcım Öykü ve sevgili Kelime Oyuncu Ali İhsan Bey bu sürecin vaz geçilmezleriydi. Eski hayatımla tek ilintim sanki kelime oyunuydu artık. İşe gidemiyordum, sular seller gibi kitap okuyamıyordum, tek gözle kelime oyunu izliyordum. Sesli Kitap’a üye oldum ve birkaç kitap dinledim. Dostoyevski’nin hikayeleriydi bu kitaplardan biri. Sevdiceği kadınla aynı pansiyonda 50 metre arayla yaşasa da ona laf gelmesin diye ziyaretine gitmeye çekinen, bunun yerine ona mektup yazan bir karakter tanıdım. Bir süre sonra benim dokunarak ve görerek anladığımın farkına vardım, dinleme maceram uzun sürmedi. Yeniden okuyacağım günleri beklemeye karar verdim.

Ocak ayında silikonlu nesne çıkarıldı ikinci ameliyatla. Ve 2 hafta sonra da ameliyatla gelişen katarakt için son bir ameliyat daha oldum. Gözümdeki bant açıldı ama hala puslu görüyordum. Önceden katarakt ameliyatı olan teyzelerim, zamanla görüntü geliyor evladım dediler. Benimki gelmedi, eskisi gibi olmadı bir daha. Yüzde kaç  görüş kaybettim, soramadım doktora.

Kalp doktoruna ne mi oldu? Bir daha ona gitmedim.  Hastasına holistik bakmayan, olası riskleri bütüncül bakış açısıyla değerlendirmeyen ve beni uyarmayan bir uzmana nasıl güvenir bir daha insan?

Bir musibet bin nasihatten iyidir demiş ya atalarımız, tam da öyle. Bu 3 ay önemli farkındalıklar edindim. Ciddi bir sağlık sorununda başarılı ve insancıl bir doktor kadar aile ve arkadaşlara sahip olmak da çok önemliymiş, bunu anladım. Moral vermek için tekrar tekrar ziyarete gelen, gözüme ilaç damlatan, elimi tutan, kalbime dokunan canlarım varmış benim. Çekirdek ailemle, insanlıkla, hepsinden önce de kendimle derin konuşmalarım oldu. Özellikle sarı nokta hastası olan annemle önemli bir empati yapabildim. 85 yaşında da olsanız, 25 de göz çok kıymetli. İşte buluntular:

  1. Kimseyi eleştirme, ufak bir sorunu büyütüyor diye kınama. Onun ne yaşadığını bilemezsin
  2. Güzellikler geçicidir, fazla güvenme
  3. Bir kayıp yaşayan insanın huysuzluğu özel bir durumdur, sabırlı ol
  4. Hayatında yer alan görmediğin ama görmen gereken değerleri fark et, daha yakından bak
  5. Yanlış yere bakıyorsun, gereksiz yerlere belki
  6. Yalnız ve eksik de hissetsen yaşam çok değerli
  7. Her bir günü bir inci tanesi gibi sev, yaşamına bakınca gözlerin ışıldasın.. olabildiğince. Ve kendini sev, her ne isen, eksiklerin ve hatalarınla.

 

Bu yazıya 6 ay önce başladım, bugün bitirebildim, neden mi? Galiba 1.5 gözü bugün kabullenebildim.